Tuesday, 13 February 2024
Almanya tarihinin en karanlık döneminden geçiyordu. Masum insanların dükkânları taşlanıyor, kadınlar ve çocuklar zalimce sokak ortasında aşağılanıyordu.
Genç bir teolog, Dietrich Bonhoeffer bu zalimliğe yüksek sesle itiraz etti ve bu sebeple hapse atıldı.
Hapiste uzun uzun düşündü; sayısız filozof, şair, fikir ve bilim insanı çıkaran bu kültür, nasıl olup da organize kötülüğün, zalimliğin, korkaklığın, cehaletin ve suçun merkezi haline gelmişti?
Bonhoeffer, “Sorunun kökeninde kötülük değil, aptallık yatıyor” dedi. Hapisten yazdığı mektuplarda aptallığın yarattığı kötülüğün diğer tüm kötülüklerden daha tehlikeli olduğunu belirtti.
Kötülüğü protesto edebilirdiniz, karşı argümanlarla kötülükle mücadele etmeniz mümkündü. Oysa organize olmuş ahmaklar sürüsüne karşı yapabileceğiniz hiçbir şey yoktu.
Ne protestolar, ne zorlama onlara etki ediyordu. Mantıklı gerekçeler sunduğunuzda önce reddederler, reddedemeyecek hale geldiklerinde ise önemsizleştirirler.
Aptal insanlar hallerinden memnundur fakat saldırmaya da hazırlardır. Saldırıya geçtiklerinde kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler...
Bonhoeffer, aptallıkla mücadele edebilmek için önce aptallığın doğasını anlamaya çalıştı.
Aptallık bir zekâ problemi değildi, ahlaki bir problemdi. Entelektüel birikimi olduğu halde aptal olan insanlar vardı.
Aptallığın doğuştan gelen bir maraz olduğu düşünülse de bu da yanlıştı.
İnsanlar belli şartlar altında aptallaşıyorlardı; daha doğrusu başkalarının kendilerini aptallaştırmasına müsaade ediyorlardı.
Yalnız insanlarda bu maraz daha az görülüyordu. Buradan yola çıkarak aptallığın psikolojik değil, sosyolojik bir problem olduğu sonucuna vardı.
Gücün tek kişide toplanması arzusuna politik ve dini hareketlerde sıklıkla rastlanırdı. Aptallık hastalığının bulaştığı yerler, böylesi gruplardı.
Ahmaklar ve diktatörler arasında muazzam bir korelasyon vardı, ikisi de birbirine ihtiyaç duyuyordu.
İnsanların ahlaki ve entelektüel birikimleri bir anda yok olmuyordu. Diktatör, gücünü artırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetileri kayboluyordu. Otonom biçimde hareket ediyorlardı. Gözüne sokulan gerçekleri inatçı bicimde reddediyorlardı.
Onlarla konuştuğunuzda bir insanla değil, sloganlarla konuşan bir robotla konuştuğunuz hissiyatına kapılıyordunuz. Büyülenmiş gibiydiler, kötülük yaptıklarının farkında değillerdi... Ne yaptıklarının bile farkında değillerdi. Kullanıldıklarını, kötülük yaptıklarını onlara anlatarak bir yere varamıyordunuz.
Onları bu katatonik uykudan çıkarmanın tek yolu bağımsız-özgür olmalarını sağlamaktı.
9 Nisan 1945 günü sabaha karşı Bonhoeffer’i bir toplama kampının darağacına asarak öldürdüler. Ölümünden iki hafta sonra o kamp ABD askerleri tarafından ele geçirilerek imha edildi.
Bonhoeffer yazılarında "Yaptığımız her şeyden sorumluyuz” diyordu...
Kaynak: Nezevanun - 10/10 Philosophy.