Monday, 15 July 2019

Eğitim

Ayasofya 1500 yaşında, Selimiye 450 yaşında, o yıllarda örgün eğitim mi varmış? Ne öğretmen, ne ders saati, ne sınav, ne diploma... İnsanlar ulaşım ve iletişimin sınırlı olduğu o çağlarda yakınlarında bulabildikleri ustalardan atölyelerde deneme yanılma yöntemiyle beceri kazanıp bu eserleri yaratmışlar.

1950li yıllarda ilk, orta, lise okuduk, fizik, kimya, matematik yanısıra botanik, zooloji, jeoloji, astronomi, mantık, felsefe, sanat tarihi gibi dersler vardı. Egemen güçler, bilnçsiz yöneticilerimize kabul ettirdikleri eğitim sistemini elli yıldan beri adım adım uygulattılar, ve artık günümüzde gençlerimiz bilgi ve kültürden yoksun, varoluş ve ulus olma şuurları gelişmemiş bireyler haline getirildiler.

Bizlerin gördüğümüz dersler, bahsi geçen temel bilimler ile tanışma, kim kimdir, ne yapmıştır, eserleri, insanlığa bıraktıkları miraslar nelerdir, bunlar hakkında genel bilgi vermek amacını taşımakta idi. Kanımca bütün bu bilgiler ders saati, sınav, geçti/kaldı gerginliği yaratmadan da bilinçli bir sistem ile verilebilirdi.

Peki örgün eğitim olmadan doktor, mühendis, hukukçu olunabilir mi? Olunamaz tabii, ancak kimlerin hangi disiplinlerde bilgi ve beceri kazanacağı yine bilinçli bir program ile, ve mümkünse sınav gerginliği yaratmadan, ön atölye çalışmaları ile pek ala belirlenebilir. Benim deneyim ve gözlemlerim, bizim örgün eğitim sistemimizin, bilim ve teknolojide ileri gitmiş ülkelerle kıyaslandığında uygulama/laboratuar konularında yetersiz kaldığıdır.

Tabii burada merkezi planlamanın da önemi ortaya çıkıyor: beş yıl, on yıl, ve daha ötesi zaman dilimlerinde hangi disiplinlerde kaç yetişmiş bireye gereksinimimiz olabilir sorusuna yanıt aranmalıdır.